23 Ekim 2017 Pazartesi

Körleşme - Elias Canetti



İki büyük savaş arasında yazılmış birçok romanın aksine Körleşme modernist yapıyı hem koruyor hem de karakterlerinin yoğunluğuyla ondan çok uzaklaşıyor. Olay örgüsünden çok karakterler üzerine kurulu bir roman olduğunu söyleyebilirim. Yazıldığı dönemin (birinci büyük savaşın sonrasında, dünya toplumları ikinci büyük savaşa dişlerini bileyerek hazırlanırken) insanının kafasındaki dünya tasavvuru romanda çok canlı ve çok evrensel. Roman çoğunlukla baş karakteri Kien ve onun insanlar, dünya ve kitaplar üzerindeki fikirlerine yoğunlaşsa da hiç de bundan ibaret değil. Görünürde kütüphanesine kapanmış, gerçek hayat nedir bilmeyen bir entelektüelin hikayesi gibi. Ama tam olarak asla bu değil. Kien ne kadar gerçek hayattan kopukluğa, insan sevmezliğe, bencilliğe boğulmuşsa (roman bir süre ABD'de Babil Kulesi adıyla yayımlanmış, fakat bana kalırsa bu tavırlar bir entelektüelin avama üstten bakışından ibaret değil; ben bu saydığım tavırlara kısaca faşizm diyeceğim) roman ilerledikçe tanıdığımız, bilgiden, kültürden ve eğitimden uzak diğer karakterler de her ne kadar gerçek hayatın içinden insanlar olsalar da hepsi en az Kien kadar faşist birer örnek olduklarını kanıtlıyor. Faşistleşme evresini tamamlamış veya bu yolda sağlam adımlarla ilerleyen insanlar. Kısacası herkes öyle ya da böyle faşist. Romanın direkt bir politik söylemi yok. Fakat insanlarının günlük ilişkilerinde, hesaplaşmalarında, iş anlaşmalarında her daim bir kendi çıkarını gözetme, kendisi gibi olmayandan nefret etme (buna mizojinizm, ırkçılık da dahil), aman kendimi sağlama alayım, hayatta en büyük arzum neyse onu ben elde edeyim, başkalarının ne hali varsa görsün tavrı veya en basitinden, okuyucunun insani olarak en çok sempati duyacağı karakterde bile şimdi yardım edeyim de yarın yüzüne vururum düşüncesi hakim. Bütün bunlar toplumda artık en üst seviyeye çıkmış tahammülsüzlüğün, ahlaksızlığın bir işaretiyken patlamaya hazır bir bomba gibi bekleyen savaşın da içten gelen tıkırtıları gibi. Canetti'nin Avusturya özelinde anlattığı Avrupa toplumuna bakarak Hitler'in propaganda işi düşündüğümüz kadar da zor değilmiş diyebiliriz.

Canetti'nin ilk ve tek romanı bu. Buna rağmen kafasının içinin ne kadar dolu, zengin olduğunu rahatlıkla gösterebiliyor. Romanın zor zamanlarda yaşayan, aslında tekdüze insanlar olan karakterleri okuyucuyu ansızın rengarenk hayallerine taşıyabiliyor. Canetti bunu çok basit ama aşırı derecede güçlü anlatı yeteneğiyle başarıyor. Çok zeki bir yazar, okuyucudan da bir nebze de olsa çaba bekliyor. Bir karakol sahnesi, birdenbire bir karakterin coşkuyla anlattığı sevinçli bir cenaze alayına uçuyoruz, başka bir bölümde uçkuruna düşkün kör bir dilencinin yüz kadın çalıştıracağı mağazasını izliyoruz, olağan bir sohbet anında kulağımızda çalgılar çalmaya, gözümüzün önünde ölüler ve yaşayanlar dans etmeye başlıyor, sonra birden kambur bir cücenin devasa sarayına konuyoruz. Bunlar kolay işler değil. Hiç değil.

Kitabın çevirisi Ahmet Cemal'e ait. Çok güzel bir çeviri. Ahmet Cemal'in öztürkçeciliğe dair fikirlerini bilmiyorum. Ama roman boyunca ara sıra gördüğüm birkaç yer beni rahatsız etti demesem de "Allah Allah" dedirtti, diyebilirim. Polis teşkilatı yerine polis örgütü, sakat muamelesi görmek yerine sakat işlemi görmek, tamirci yerine onarımcı gibi kullanımlar, ne diyeyim, biraz garip.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder