27 Eylül 2018 Perşembe

Time's Arrow - Martin Amis

Edebiyatın hırçın yakışıklısı Martin Amis'in 1992'de yayımlanan Time's Arrow kitabını elime aldığımda çok büyük beklentilerim yoktu. İşimin gücümün yoğunlaşmaya başladığı, yaz tatilinden sonra çalışma dönemimin çat diye kapıma dayandığı, planlar yapmamın gerektiği bir zamanda, beni çok yormayacak, zevk alacağım ve çerez niyetine okuyacağım bir kitap okuyacağımı düşünerek aldım elime. Ne var ki beni bekleyen kitap aslında çok yoğunlaşmış bir zihin gerektiren deneysel bir kurgu eseriymiş, okurken anladım. 

Time's Arrow'un deneysel kurgu şekli aslında çok yeni bir şey değil. Fitzgerald'ın The Curious Case of Benjamin Button'ındaki gibi tersten akan bir hayat hikayesi var ama karakterimiz yaşlı doğup bebek ölmüyor. Linear ve doğal, insana özgü bir hayat akışını Amis okuruna tersten sunuyor, o kadar. Romanın karakterinin ölüyken birdenbire kendini iyi hissetmesi, sonra yavaş yavaş yürümesiyle başlıyoruz romana ve bu kısa roman boyunca hikaye geri doğru gidiyor, kitaptaki halleriyle okunan diyaloglar sadece ters sırayla okunduklarında bir anlam ifade edebiliyor, renkli televizyonlar satılıp siyah beyaz televizyonlar satın alınıyor, 'merhaba'lar 'hoçakal'lara dönüşüyor, vesaire. 

Peki Martin Amis'in bu romanında böyle bir akış doğrultusu belirlemesinin sebebi neydi? Öncelikle romanı spoiler okumayı geçin, konusunu bile okumadan elime aldığım için zamanın ters yönde aktığını bilmeden okumaya başladığımı söylemem gerek. İlk yirmi sayfada neler olduğuna anlam vermenin bir hayli zor olduğu, okuyucunun sadece Amis'in kullandığı gerçekten insani, duygulu ve güzel dille kendini eğlediği bu romandaki tersine akış ilk bakışta hiçbir anlam ifade etmiyor. Birçok okurun aklına da yazarın sırf düz roman formundan çıkmak için ecnebi sanat kritiklerinin 'gimmick' diye adlandırdığı gereksiz bir hileye, yani artizliğe başvurduğunu getireceğini de tahmin ediyorum. Fakat Amis gibi önceki birçok romanıyla (mesela Para) halihazırda yazarlığını kanıtlamış birinin böyle bir yola başvuracağını düşünmek kötü zanda bulunmaktan başka bir şey değildir bence. Bana göre romanın ters akışı en çok karakter oluşumuna ve romanın arka zeminindeki tarihsel olaylara hizmet ediyor. Buna biraz değineyim. 

Dünya tarihinde öyle olaylar vardır ki bir film çekecek veya kitap yazacak olsanız o olayın en küçük ve en basit (dandik) ayrıntısını bulur, içinden bir iki yaşanmış durum çıkarır, milyonların satın alacağı bir eser haline getirebilirsiniz. Ve evet böylece aptal veya beceriksiz değilseniz eserin en azından masrafını çıkaracağınız da kaçınılmaz bir gerçektir. Mesela İsa'nın hikayesi böyledir, haçlı seferleri böyledir. Örnekler çoğaltılabilir fakat bu bahsettiğim şeye en uygun tarihi olay da ikinci dünya savaşı ve Nazilerin uyguladığı Yahudi ve Leh soykırımıdır. 

Bu soykırımı anlatan binlerce film, kitap, resim var. Yani ekmeğini yiyen yedi diyelim. Daha fazlasına doyduğumuzu söyleyebilirim. Time's Arrow da soykırım sırasında görev yapmış, savaş suçlusu bir Nazi doktorunun hikayesini anlatıyor. Normal bir Nazi doktoru hikayesinin şöyle gitmesi gerekirdi: tıbbiyeyi bitirir, orduya yazılır, savaş çıkar, görece refah içinde yaşayan Yahudiler gettolara yığılır, sonra birer birer kamplara gönderilir, kamplarda milyonlar katledilir, Nazi doktoru acımasızca insan öldürür, Ruslar gelir Nazi ordusunu temizler, kahramanımız sağ kaldıysa ordudan arta kalan diğerleriyle birlikte isim ve kılık değiştirerek başka ülkelere kaçar vesaire vesaire. Time's Arrow'da bütün bunların var olmasının yanı sıra kronoloji tersine sarıyor, etki ve tepki tersine dönüyor, eylem ve karşılık bükülüyor, böylelikle okur bambaşka bir karakter gelişiminin yanı sıra arka planda bambaşka bir tarih anlatısına tanık oluyor ve gerçekten de bambaşka bir okuma deneyimi yaşıyor. Neden mi? Aslında cevap çok basit. Soykırımın özü olan şiddet ögesi de geriye sarıyor, yani baskının, haksızlığın, faşizmin bir aracı olan şiddet yazarın marifetiyle 'gerçekleşemiyor', vaki olamıyor. Kitabın tam ismi olan Time's Arrow: or the Nature of the Offence, yani şiddetin doğası da çok şey söylüyor aslında. Okurlar olarak romanın tersine gittiğini bildiğimizden aslında gerçek hayatta o şiddetin ne kadar ağır olduğunu, fakat onu böyle ele alarak nasıl da alaşağı edebileceğimizi görüyoruz. Aslında aileleri birbirinden ayırması gereken doktor, sevgilileri buluşturuyor. Bakın işte, 'iyi yürekli' Nazi doktoru bir Yahudinin bomboş ağzına diş takıyor, bir yandan onlarcasını gaz odasından çıkarıyor. Bütün bunları anlatan yazar da gerçeğin farkında olan ve bütün bunları tüyleri ürpererek okuyan bizlere göz kırpmakla yetiniyor. 

Biçimin sağladığı bir diğer etkiye gelecek olursak, romanın içeriği ve okuma deneyimi iç içe geçiyor ve okur kendini bir romanı aslında tersten okurken buluyor. Bir yerde karakterin ruh durumunu okurken sonraki bölümde bunun sebebini görüyor. Bir bakıma yazarın düz yolda ilerlemek isteyen okuru çekiştire çekiştire geri götürdüğünü de hayal edebiliriz. Bir yazar için çok tehlikeli ama klasik okur için çok müstesna bir his! Katledilen insanların toplu halde canlandıklarını, yavaş yavaş kilo aldıklarını, önce gettolarına sonra da romanın karakteri gibi birçok subay tarafından yeni (aslında eski) mahallelerine ve evlerine gönderildiklerini, kilo aldıklarını, sağlıklarına kavuştuklarını düşünmeniz bunu biraz anlayabilmek için yeterli. Her haliyle enteresan. Ölü bir adamın canlanışıyla başlıyor roman ve ölü adam bir ölü mekanına, toplama kampına giriş yapıyor. Aslında ne kadar duygusal ve çarpıcı, değil mi? 

Bütün bu biçim denemelerinin ve hikaye akışının estetiğinin yanı sıra Amis'in çok da güzel bir dili var. Duygusal, şakacı, lafını esirgemeyen, acıtıcı ama aynı zamanda çok insanca, çok masumca bir dil bu. Kısacık bir roman olmasına rağmen okurunu ciddiye alan söz oyunlarıyla ve yoğun düşüncelerle dolu. Ben romanın İngilizce aslını okudum. Maalesef bu güzel eserin Türkçe'ye çevirisi yapılmamış. Bunu da Türk yayıncılarının bir ayıbı ya da en azından bir eksiği olarak buraya not edelim. Türkçe çevirisi yayımlanana kadar İngilizce bilenlerin kesinlikle kaçırmaması gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir şekilde pişman etmeyecektir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder