24 Ağustos 2018 Cuma

Bülbülü Öldürmek - Harper Lee

İçindeki bütün karakterlerin okura ibretlik dersler vermek için toplandığı kitapları sevmiyorum, sevemiyorum. Politik bir meseleyi sığ bir şekilde, insanın gözünün içine soka soka anlatan kitaplar bu hataya düşüyor. Daha önceki yazılarımdan birinde bahsettiğim Murat Özyaşar da Kürt sorunu ile ilgili bu yanlışı yapıyor. Elbette ki Özyaşar ve Lee çok ayrı kulvardalar - ve evet, şimdi burada, ömrüm boyunca bir daha Özyaşar'dan bahsetmeyeceğime dair kendime yemin ediyorum - fakat Lee'nin Bülbülü Öldürmek'teki tavrı da az bayağı değil. 

Kitabın Amerika'da bu kadar rağbet görmesinin sebebi kritik bir politik iklim içerisinde cesaret gerektiren mevzulardan, siyahlara karşı ayrımcılıktan, toplumsal adaletin yokluğundan bahsetmesi olmalı. Kitap öylesine naif, öylesine idealist ki her cümlede naifliğin, idealistliğin dünyadaki en büyük ve en önemli erdemler olduğunu okuyoruz. Amerikan rüyasının mümkün bir rüya olarak görüldüğü, birçok Amerikalı aydının dahi Amerika'nın zulmettiği yegane grup güya siyahlarmış, bu sorun çözülse geriye hiçbir sıkıntı kalmayacakmış gibi at gözlükleriyle tavır aldığı zamanları düşününce bu kitabın çok sevilmesine şaşıramıyoruz. Yazar saflığı, iyiye olan inancı o kadar yüceltiyor ki adaletsizliğin, ayrımcılığın kötü oluşunu bile gözlerden kaçırıyor, oldu bittiye getiriyor. Haksız yere suçlanan bir siyahi ve onu kurtarmaya çalışan beyaz bir avukat. Bizse bu hikayeye beyazların (avukatın küçük kızı Scout ve ailesinin) gözlerinden tanık oluyoruz. Siyahi adam sadece mahkemede birkaç cümleyle konuşuyor. Siyaha hakkını aramayı hatırlatma yine beyaza düşüyor. Büyük talihsizlik. 

Bülbülü Öldürmek'te karakterler yüzeysel, adeta tek boyutlu, karikatürize. Bir çağ öncesinde yaratılmış Dickens karakterleri gibi. Evin siyahi hizmetçisi gayet usturuplu, hamarat ve çocuklara büyük sevgi gösteriyor. Başkarakter Scout çok bilmiş bir çocuk. Avukat olan babası Atticus iyi ve fedakar bir baba, bilge bir avukat. İftira kurbanı Tom Robinson da kader kurbanı, namuslu bir adam. Yani her şey ve herkes 'siyah ve beyaz'. Amerikan edebiyatından Huckleberry Finn gibi, Tom Sawyer gibi, Catcher in the Rye gibi sevdiğim gençlik romanlarının aksine Bülbülü Öldürmek'te karakter değişiminden ya da en azından karakterlerin böyle bir dert ediniyor oluşlarından bile eser yok. Dünya değişiyor ama bu kitabın karakterleri aynı, dümdüz, tekdüze kalıyor. Okunmasa, filmi izlenip geçilse de olur.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder